Cevdet POLAT

Cevdet POLAT

ficekci2017@gmail.com

Ölüm tükürecek yüzümüze   

Alışmak insanı susturur.
Kabullenmişliğin adıdır alışmak.
Alışırsanız sıradanlaşır, teslim olursunuz. Tepkileriniz değişir, tavrınız değişir ve sizin için kıymetli olan her şey beş paralık olur.
Alışırsanız duygunuzu, duyunuzu kaybedersiniz. Canınızı yakan acıları görmez, feryatları duymazsınız. Upuzun susarsınız. Gözünüzü kaçırırsınız yanı başınızda çırpınan insanlardan.

Alışırsanız yok olursunuz. Benliğiniz ölür, herkes olursunuz.
Alışırsanız mezarlığa döner maden ocakları. Kadere yazılır her cinayet. Elinizi kanı, susmuş dilinize bulaşır. Her cinayette, her ölümde parmak iziniz kalır.

      Alışırsanız zaman mefhumu kalkar aradan. Sıradanlaşır gün batımı ve gün doğumu. Gülerek takarsınız fabrikalarda, şantiyelerde ve atölyelerde sömürünün kurdelesini göğsünüze.
Alışırsanız “di”li geçmiş zaman hikayeleriniz yok olur ve “miş”li geçmiş zaman hikayelerinin ortasına düşersiniz apansız.
Henüz alışmaya başlamamıştık böyle ölümlere. Henüz çöp bidonlarına sarkan çocuk görüntüleri sıradan gelmiyordu  bize. Pazar sonlarını utanarak geziyordu yoksul analar. Henüz aşevleri törenlerle açılmıyor ve devlet elinde makarna torbalarını yoksullara verirken sırıtmıyordu fotoğraf makinelerine. Henüz deftersiz ve kitapsız diye okuldan kovulmamıştı çocuklar ve okuldan kovulan çocuğunun utancından asmamıştı babalar kendini.
Tarih 15 Mart 2012... Yer Adana...
          Üç gündür açtı çocukları. Bir oduncunun insafına kalmıştı bebelerinin üşüyen elleri ve dünden kalan kuru ekmek acıtıyordu iki küçük çocuğun süt kokan ağzının kenarlarını.
Emine Akçay, saçlarını koklayıp son kez öptüğü altı yaşındaki oğluna yedi aylık bebeğini gösterip “ona iyi bak” deyip yan odada bir ipe uzattı boynunu.
        Henüz alışmamıştık insanların açlıktan ve çaresizlikten intihar ettiğine. Her ne kadar haberimiz olmamışsa da yanımızdakinden, üç günlük açlığın feryadına kapalıysa yüreklerimiz, tütmeyen bacayı görememişse gözlerimiz, yan yana yaşamların, komşu olmanın ve insan olmanın gereğini yerine getirememenin derin vicdan sızını yaşadık içimizden. Yazılı ve görsel medyada pişmanlık ve özür kokulu yazılar okuduk. Siyasi partiler meclis kürsüsünde hesap sordu. Sivil toplum örgütleri paylarına düşen özürleri diledi ve açlıklarını hiç konuşmadığımız Emine Akçay’ın bir ipin ucunda sallanan cansız bedenini günlerce konuştuk.
Bu acıdan ders çıkarırız dedim. Bunca lafın havaya söylenmiş olacağını düşünmedim. Gerek birey olarak gerekse devlet olarak üzerimize düşüne görevleri yaparız sandım.  Kişi başına düşen milli hasıladan herkes payına düşeni alır sandım. Çöp bidonlarına uzanan çocuk resimlerini görmemenin yolunun çöp bidonlarının boyunu uzatmaktan değil çocukları doyurmaktan geçtiğini öğreniriz sandım.
Emine Akçay’ın bozuk parayı sıkmaktan terlemiş avuçlarından bu ülkenin arsızlaşmış yüzüne patlatılan tokat belki bizi kendimize getirir sandık. Ama ne yazık ki kendimize gelmek yerine alışmayı seçtik.
Tarih 10 Şubat 2021... Yer İstanbul...
Zeytinburnu’nda yaşayan Batmanlı bir aile. Henüz yirmi beş yaşında karı koca. Doğdukları yerde doyamayıp bir umut deyip İstanbul’a göç etmişler. Bir yıl önce bir çocukları olmuş. Umut olur dedikleri çocukları, bir kat daha ağır yük bindirmiş sırtlarına. Kendi açlıklarına dayanmışlar ama çocuğun açlığı dayanılır gibi olmamış. Anne Elvan’ın gece, bir buçuk yaşındaki kızlarını bir yakınlarına emanet etmesinin ardından el ele yaşamak umuduyla başladıkları hayatı el ele bitirmişler.
Alışırsanız duygunuzu, duyunuzu kaybedersiniz. Canınızı yakan acıları görmez, feryatları duymazsınız.  Upuzun susarsınız. Gözünüzü kaçırırsınız yanı başınızda çırpınan insanlardan. 

Alışırsanız kirli alınlar değer secdelere, zalimlere methiyeler dizilir minberlerden ve utanacak hayanız kalmaz  Rebze çölünde, kıl çadırda sürgünde ölen Ebu zer Gafdari’den Alışırsanız yok olursunuz. Siz ölürsünüz herkes olursunuz.
Herkes olduk biz de. Gözümüzde bir perde kulağımızda bir tıkaç ve yüreğimizde aşılmaz duvarlar karıştık kalabalıklara. Emine Akçay’ın “Kardeşine iyi bak” sözünü Elvan Demir’in “Kızıma iyi bakın” lafıyla birleştirdik. Etrafımızı saran yoksulluklara ve çaresizliklere kapadık gözlerimizi. İki kadının cansız iki bedeni artık utandırmıyor bizi. Her kalabalığı oya çevirme derdine düşen siyasileri bu tabutların başında göremiyoruz. Gencecik çocukların cansız bedenlerinden oy sağanlar açlıktan ölen insanların mezarlarının yerini bile bilmiyor artık. Cami avlularında saf tutmak için kıçıyla birbirini itekleyen beyzadeler aç insanların saflarından uzak duruyor. Ve kimse neden diye sormuyor.  
          Başta devleti yönetenlerin, siyasi partilerin, imamın, öğretmenin, komşunun, sendikaların, sivil toplum örgütlerinin yani duymayanın, yani görmeyenin, yani on yıllık sürede açlıklara bile alıştırılan her kim varsa bu üç insana nerde nasıl geçtiğini bile sorgulamadığı hakkını helal ediyor olması yalnız bana mı ayıp geliyor.
Alışıyoruz ve susuyoruz. Eren Bülbül’ün yoksul çocukluğundan bir haber olup da ölümü üzerinden tepinenlere “Eren başkalarının eskilerini giyerken neredeydiniz” diye sorsaydık bu gün Elvan ve Enver toprağı değil çocuklarını kucaklıyor olacaktı. Sormadık alıştık ve sustuk.